Geçtiğimiz ay nedense elime geçen bir iki kitap ve film hep azınlıklarla ilgili çıktı. Baba ve Piç’i okumuştum, onu yazdım zaten. Kevin Hakkında Konuşmalıyız‘ı okumuştum. Orada da Ermeni asıllı Amerikalı bir anne vardı, habire soykırım göndermeleri falan.
Sonrasında bir aralar alıp bir kenarda unutuğum ; “Bir Doktorun Yaşadıkları, Garabet Haceryan’ın Güncesi”ni bitirdim. Kitap 1922 Eylül ayında İzmir’de yaşananları, Ermeni bir doktorun bakış açısıyla yazmış. İnsan keşke trajediyi önceden farkedebilip zamanında çoluk çocuk evi barkı terk etme gücünü kendinde bulsa. Ama o zamanlama dünyanın en zor şeyi olsa gerek. Kitap 1922 İzmir yangınının, İzmir’in Ermeni mahallelerinde tamamen Türkler tarafından çıkarıldığı iddiası üzerine kurulu. Bu konuda bin tane görüş var. Ekşi Sözlük‘ de farklı görüşlere etraflıca değinilmiş, meraklısı okuyabilir.

Geçen gün de oldukça gecikmeyle de olsa Güz Sancısı‘nı seyrettik. 6-7 Eylül olayları üzerine kurulu konu içimizi daralttı, ama konunun bir şekilde sinemaya yansıması güzel tabii. Hikayenin dekoru bana ortaokul piyeslerini hatırlattı. Kostümleri başarılı, ama yağma sahnelerini çok sahte buldum. Film olduğunu unutma şansımız olmadı, hep aynı sokağı, bir sağdan bir soldan izleyip durduk. Ayrıca ben artık azınlıkları klişe rollerde seyretmekten de bıktım. Bir de keşke insanlar ölmeden önce edebi bir şeyler söylemeye çalışmasalar. Doğrudan ölseler mesela, seyirciye daha bir dokunsa.
Erol Katırcıoğlu ve Hakkı Devrim’in yazılarını da okumanızı öneririm.
Velhasıl, ben bir süre daha eğlenceli şeyler okuyacağım..
İmza D.
Bunlar da ilginizi çekebilir...