Türlü endişelerle seyrettim Avatar’ı. “Fantastik sinemayla hiç arası olmayan seyirci Avatar‘a gitmek zorunda kalırsa ne yapar?” sorusu kafamı meşgul ediyor idi. Ama sonuç gayet olumlu oldu, fantastik sinemanın uzağından geçmeyen biri olarak, ben bile sevdim filmi. Orada burada okuduğuma göre, deliler gibi paralar harcanmış, o kadar olsun.
Biz filmi, çeşitli vesilerle çamur attığım (Bkz: Funny People) Gordion Cinebonus‘da seyretmek zorunda kaldık. 25-30 dakika reklam vardı, tüm salon dolu ve ortalama ısı 35 derece gibiydi. Ama başka aksama olmadı. Film aradan sonra hemen başladı, daha önceki seferler gibi hoop bizi unuttunuz şeklinde gidip birilerini bulup, filmin ikinci yarısı için yalvarmak zorunda kalmadım. Zaten o kadar kalabalıkta sıkardı biraz.
Avatar, bir proje kapsamında Pandora gezegenine yerli halkın arasına karışmak için yollanan, deniz piyadesi Jack Sully’nin hikayesi. Jack iki alemin arasında gidiyor geliyor, sonra Pandora’da daha fazla evinde hissetmeye başlıyor kendini ve kurtarıcılığa soyunuyor. Hikaye dünyanın en orijinal hikayesi değil. Yine esas oğlan esas kıza aşık oluyor, vs. Nedense sonunda zorlama bir mutlu son olayı var. Başta insanlığa karşı savaşamayız, çok güçlüler muhabbeti geçen adam sonunda İskoç William Wallace gibi bir savaş nutuku atıyor, kabilelere gaz veriyor vs. Neticede hikaye sıradan demiştim zaten, fazla olumsuz duygu uyandırmayayım. Bir de çok uzun, 3 saat sürüyor.
3D ortamı güzel. Yaratıkların pek azı sahte duruyor, gerçekten görsel bir şölen var. Uçuş sahneleri gibi çoğu sahne, gerçek gibi. Ama yerlilerin oklarından kurtulmak için koltukların arkasına saklanma refleksi falan uyandıracak kadar değil.
Ben sevdim. 3D olmasa değmez diyebilirdim, onu da söyleyeyim. (Bianet’de film ile ilgili bir yazı var. İlgilenenlere).
İmza D.
Bunlar da ilginizi çekebilir...