SIDEBAR
»
S
I
D
E
B
A
R
«
Yılın ilk kitabı
5.Ocak.2010

untitled

Yılın ilk günü, Mazhar Alanson’un Mazhar Olmak isimli kitabını okudum. Kitap değişik bir formatta. Genelde Mazhar Alanson’un çizimleri ve üzerine el yazısıyla karalanmış gibi. Biyografileri çok sevdiğimden,  kitap da 500 sayfa olmadığından, bir çırpıda okudum. Şu şarkıyı da şöyle yazdık, sonra seneler sonra kullandık/kullanmadık gibisinden notlar var. Okuması zevkli. Herşeyin ötesinde içinden Alanson’un tek gitarla söylediği şarkıların olduğu bir CD çıkıyor. Zaten MFÖ balladları hastası olan ben, iyice bir aşka geldim. Canım deli gibi deniz kenarında olmak istedi, falan filan. Güzel oldu.

İmza D.

Take it easy…
16.Ekim.2009

take-it-easy

Geçen gün bir söyleşide dinledim:

Eskiden Amerikalılar, ayrılırken birbirlerine: “Work hard! (Çok çalış!)”, derlermiş. Şimdi ise genelde, “Take it easy!” temennisi kullanılıyormuş. Yani, “Kafayı çok da takma adamım, bırak gidişatına, aman kendini sıkma!” gibilerinden… Ne büyük değişim, değil mi?

Aynı söyleşide şöyle de bir cümle vardı:

Her insan bulunduğu odayı aydınlatır; bazıları girdiğinde, bazıları çıktığında.” Hangisi olmak istediğinize siz karar vereceksiniz diye devam eden, ıııınnn ııııın diye gaz veren bir muhabbet başlıyordu hemen arkasında.

İmza G.

Kötü bir film hakkında bir iki laf
31.Temmuz.2009

Geçenlerde benzincide ödeme için bekleyip, DVD, VCD vesaire rafı önünde oyalanırken gözüme Jon Bon Jovi’nin başrolünde oynadığı  “The Leading Man” isimli film ilişti. Adam gibi DVD fiyatında olsa hayatta almazdım, ama 4.95 YTL gibi bir şeydi. (Bu arada hepsiburada.com‘da 2 lira falanmış.) Yahu dedim, en kötü ihtimalle alıp, bir göz gezdirip bir daha yüzüne bile bakmadığım dergi muamelesi çekerim. Aldım. Bir sürü DVD’nin başına geldiği üzere, bir süre evde yattı.  Sonra, eşimin eve bir sürü arkadaşını toplayıp mangalın teorisi ve pratiğini masaya yatırdıkları bir gece, baktım TV bana kalmış, hatta baktım ufaklık da göreceli olarak erken bir saatte uyumuş, üşenmedim seyrettim.

bonjoviÖncelikle şunu açıklayayım, Bon Jovi‘ye “Amerika’nın Coşkun Sabah’ı” muamelesi yapan kuşaktan değilim ben. Geçmişte epey severdim. Bir sürü albümlerini almışımdır, hala durur, ara ara dinlerim. Ama bu demek değil ki oyunculuğunu da seveceğim. Zaten bugüne kadar müzik piyasasında iyi olup, oyunculuğu da iyi çıkana rastlamadım.  Film tahmin ettiğim üzere vasat çıktı. Ama tüm tahminlerimin aksine Jon Bon Jovi korkunç kötü değildi. Arada insanı uyuz eden surat ifadeleri vardı, fakat cidden korkunç değildi. Adamın  tahmin ettiğimden  çok oyunculuk denemesi varmış; bir aralar Ally McBeal’de, bir de Sex and the City’de de oynamıştı yanlış hatırlamıyorsam, 8-10 tane de filmi varmış. Bu arada zaten çelimsiz olduğunu biliyorduk, ancak kendisi Prince (bunun en son adı neydi? Bir ara “The Artist Formerly Known As Prince” idi, sonra ne oldu en son bilemedim) kadar minik bir tip nerdeyse. Sahnedeki görüntü yanıltıcı olabiliyor, teyit oldu. Her neyse.

Filmde Jon Bon Jovi, milletin önce sevgilisine, sonra karısına sulanıyor. Zorlasa ikisini de elde edebilecek durumda.  Sonunda kendi çıkarlarına en fazla hizmet edecek formülü buluyor. Gerçi ben sonunu pek anlamadım. Olur da filmi seyretmek isteyen olur diye  anladığım kadarını da hissettirmek istemiyorum. Seyreden birileri olsa da beni bir nebze aydınlatsa. Mesela Bon Jovi’nin oynadığı karakter numaradan tavladığı ikinci esas kadını sonradan cidden sevdi mi ki sağa sola taşıdı? Filmin sonunu hissettirmemeye çalışarak ancak bu kadar konuşulabiliyor hakkında. Neyse seyreden olursa bize bir mesaj atsın bir zahmet, bir iki şey soracağım.. Özetle; vakit öldüreceğim, ne seyredeyim? diyorsanız izleyin. Bir de eski günlerin hatırına bir parçasını ekleyeceğim (bunun sözlerini çok severdim), kendime engel olamadım mazur görün, yaşıma verin.

İmza D.

Minik bir anım var – 1
13.Temmuz.2009

Bazen (genelde biraz içmişsem) başıma üç saat önce gelen olayları da dahil, bir takım olayları “bir anımı anlatmak istiyorum” anonsuyla anlatmaya başlarım. Millet gözlerini devirir, öff başladı bu gene şeklinde. Ben yılmam. Geçen sabah Aslında Zor Değil‘de “does not have to be beautiful” ve peşinden”kiraz”i okurken, kimono ve çiçekli elbiselerden bahsedildiğini görünce dayanamadım:

Ben küçücükken, daha okula gitmezken, hatta en önemlisi  Bülent Ersoy daha delikanlıyken, Ankara’da Gençlik Parkı’nda Bülent Ersoy’un bir konserine (evet eskiden orada konserler falan olurdu) gitmiştik.

bulent-ersoyAnneannemi hatırlıyorum, annemi  hatırlıyorum, kuvvetle muhtemel teyzelerim de vardı, başka kimseyi pek hatırlamıyorum, ama kalabalığız. O yıllarda -hatta belki hala- hayatım şort, pantalon, bahçıvan pantalon, pijama altı   gibi kıyafetlerle geçerdi. Kız kılıklarıyla aram yoktu. Halbuki teyzem giyim öğretmeniydi, okuldan yeni mezundu, devamlı dikmek istiyordu. Ben de küçük kız çocuğuydum, bana dikmeyip kime dikecekti? Dolayısıyla mezuniyet projesi ben gibiydim. Üstüne üstlük annem ve anneannem de vardı. Başım dertteydi.

Neyse bir kot şortum vardı, Bülent Ersoy konseri öncesi onu giyeceğim diye tutturdum. Ama ortalıkta da bir de mavi gelincikli bir elbise vardı o zamanlar. Pek giydirmezlerdi onu bana, ama nedense o gece o elbisenin giyilmesi allahın emriydi anlaşılan. Arbade koptu ama pes etmedim. Sıkıysa teker teker gelin, çocuğum len ben falan diye çığırdım.  Sonunda bir orta yol bulduk. Ben gelincikli elbisenin altına  kot şortu giydim. Gittik konsere. Bülent Ersoy krem rengi bir takım elbise giymişti. Suratındaki ben aklımda kalmış nedense. Eski resimlerine bakıyorum da, birden fazlaymış, ondandır belki. Bu arada yan masada da bir kız çocuğu var, oynamıyoruz birlikte, ama birbirimizi kesiyoruz.

Ortalarda bir yerde, ben evdekilerle anlaşmamız gereği, elbiseden kurtulup içindeki şortla kalacağım ama nerede değişeceğim öyle bir sorun var. Allahtan masalar örtülü, altına süzülüp değişip, atlet ve şortla dışarı çıktım. Komşu masadaki kızı deli gibi şaşırttığımı düşüdüm. Hatta Bülent Ersoy’un (ki podyumun dibindeyiz, yanımızdan yürüyüp duruyor) bile kostüm değiştirdiğimin farkında olduğunu kanaatini edindim. Çok memnundum kendimden.

Başka anılarım da var. Ama herşey kararında güzel, zamanı geldikçe anlatacağım.

İmza D.

Mike göçerken…
1.Temmuz.2009

mj

Hayatta  Michael Jackson postu yazmam diyordum, ama fotoğraf hoşuma gitti dayanamadım.

Bir de haber: “Mardin’in Midyat İlçesine bağlı Mercimekli köyünde bulunan “Mıhellemi Dinler Diller ve Medeniyetlerarası Diyalog Derneği“nde pop yıldızı Michael Jackson için gıyabi cenaze namazı kılındı, köylülere helva dağıtıldı. Midyat’da faaliyet  gösteren “Mıhellemi Dinler Diller ve Medeniyetlerarası Diyalog  Derneği”nin merkezinde kılınan namaza, çocuklar da katılıp cemaatle birlikte saf tuttu. Cenaze namazının ardından tüm insanlık için dua edildi. Ardından çocuklara ve köylülere taziye helvası ve ekmeği dağıtıldı. Dernek başkanı Mehmet Ali Aslan, Jackson’un sadece Amerika’nın değil tüm dünyanın, tüm dinlerin müntesiplerine mal olmuş bir efsane olduğunu belirtti.”

Haber kısaltılarak Cuma günkü Radikal‘den.

İmza D.