“Matrak İnsanlar” diye çevirmişler Funny People‘ı. Son 10 yıldır kimsenin “matrak” lafını cümle içinde kullanışına denk gelmemiştim, iyi oldu. Adam Sandler‘dan daha önce de bir iki kere bahsetmiştim, seyretmeye doyamadığım bir insan. Zohan mıydı neydi (You don’t mess with The Zohan) , herkesin sevmekte zorlanacağı o filmi bile katıla katıla seyrederken bulmuştuk kendimizi. Her filmine giderim istisnasız.
Funny People’ı, geçtiğimiz haftalarda (25 Eylül’dü galiba) yeni açılan Gordion’un salonunda seyredelim dedik. Önce sinemalar.com‘dan baktım, Gordion’da oynuyor gözüküyor. Sonra telefon ettim, bant kaydı alakasız filmler saydı. İkna olmadım. Telefon ettim sinemaya, henüz bant kaydını düzeltemedik dedi. Ee iyi dedik, tamam film oynuyorsa sorun yok. Oynuyormuş gittik.
Bir kere sinemada inşaat devam ediyordu, ortada personelden çok usta vardı. Matkap sesi (ciiuuuvvvvvv) toz duman (tekrar matkap sesi ciiuuuvvvvvv) vs. Ama sinema herşey bittiğinde güzel olacak izlenimi veriyordu. Minik aksaklılar vardı tabi. Mesela, arada tuvaleti kullanma ihtiyacı baş gösterdiğinde tuvalet kapısına hamle yapıyorsunuz, kilitli. Bir görevli buluyorsunuz, belli ki tuvaletlerin anahtarı bulununca sorun bitecek sanıyor, seni peşinden koşturuyor, görevli bayana ulaşıyorsun, kapı kilitliymiş anahtar sizde mi? diyor görevli no:2. Görevli no:1 size süper kibar bir tonda, kusura bakmayın size yardımcı olamam diyor. Nasıl ya? Napacaz? Aşağı alışveriş merkezine inin diye bir çözüm öneriyorlar. Aklınızla bin yaşayın, ben niye düşünemedim? demek istiyorsun vs. Doğal olarak üşenip uzatmıyorsun, aşağı da inmiyorsun, halk arasındaki tabirle; tutuyorsun.
Bir de film ortasında komik bir şey oldu, arada bizim salonu unuttular. İkinci yarı film başlamadı. Bu aralar asabi insan rolünü kimseye kaptırmayan ben, 40 dakikanın sonunda kendimi dışarı attım. Birilerini bulup yahu ne oluyoruz kardeşim muhabbeti yapayım diye, ustalardan başka muhattap bulamadım. Benden daha hızlı bir delikanlının girişimiyle sonunda bir görevliye ulaştık, film başlatıldı.
Filmin ilk yarısını çok sevdim, ikinci yarı ile ilgili kafam karışık. Biraz senaryo dolanmış da dolanmış da dolanmış gibi geldi bana. Film deliler gibi komik değil, hele hele benim gibi, stand up komedilerde, komedyen pek başarılı ilerlemiyorsa onun adına başından aşağı kaynar sular dökülme kapasitesi yüksek birisi iseniz, olay iyice stresli oluyor. Amerikalıların güldüğü herşeye de insan her zaman gülemiyor. Sandler bir stand up’çıyı oynuyor. Aslında komedyen sahne arkasında, gerçek hayatta nasıl biri olabilir bir güzel anlatıyor film. Hele milletin bununla resim çektirmek istediği sokak sahneleri var ki, bence çok acıklı. Adam komik olmadan somurtarak yürümek istiyor. Bazıları bu filmdeki performansını Punch Drunk Love ile karşılaştırmışlar (beni paramparça etmiş bir filmdir), ki bence alakası yok, o film çok ayrıydı. İkinci arkadaş Seth Rogan, ilk defa seyrettiğim biriydi. Şimdi onunla ilgili yorum yapmaya üşendim, arada ağladığı sahneler var, çok iticiydi, ağlama sahnelerine çalışsın biraz. Ben ona ders verebilirim isterse. Saati 300 dolar.
Eric Bana sonlara doğru Avusturalya aksanı yoğun bir Avusturalyalı olarak karşımıza çıkıyor. Aksanı yargılayabilecek durumda değilim, henüz gidemedik oralara, ama bildiğim Eric Bana’yı tercih ederim. Komik olmaya çalışmasın o. Münih‘te falan oynasın, canımızı yesin.
Özetle film sanki biraz sadeleşse, sonları montajda uçsa falan daha güzel olabilirdi. Bu arada; Kuzey Avrupalı bir doktor vardı, bence o sahnedeki espriler çok iyiydi, IKEA falan :).
İmza D.