SIDEBAR
»
S
I
D
E
B
A
R
«
The Master
28.Kasım.2012

Geçenlerde, nerdeyse bana yıllar kadar gelen bir aradan sonra benim iki kızı da annemlere satarak arkadaşlarımla The Master’a gittik.  Öncesinde ağır bir yemek yedik, bir sürü şarap içtik, tatlı yedik vs. İyice ağırlık bastıktan sonra 20.45 matinesine 21.05’de yalvararak girdik.  Filmin başları kaçmıştı ama dert etmedik.  Ben aslında biraz ettim,  çünkü sinir olurum başını vs görmediğim filme devam etmeye, hep bir şeyler kaçar. Filmde  Joaquin Phoenix ile Philip Seymour Hoffman oynuyor. Joaquin Phoenix’e hasta olduğumu daha önce yazmıştım (mesela Gladiator, mesela Walk the Line, mesela 8mms). Phoenix bıraktım sinemayı diye ukalalıklar yapmıştı birkaç yıl önce. Sonra dönmüş tabii tez zamanda,  çizmiş biraz karizmayı bu açıdan. Öte yandan (aslında tipi düzgün bir herif olmasına rağmen) burada oynadığı karakter kambur, çarpık çurpuk bir tip ama güzel oynamıştı kerata. Hoffman’a da zaten edecek lafımız yok.  Geçenlerde Truman Capote’un Soğukkanlılıkla diye bir kitabını okumuştum. Onun  filmi çekilmiş idi orada da oynuyordu, seyretmeye niyetlenmiştim, olmamıştı galiba. Uyumuşumdur kesin. Amy Adams‘ da Seymour’un karısını oynuyor.  Onu da The Office dizisinden hatırlarsınız belki. Sıkıcı bir insandı kendisi,  bu filmde de öyle. Film Freddie Quell (Phoenix oynuyor), isimli 2. Dünya Savaşında savaşmış birinin hikâyesi üzerine kurulu. Quell, Lancaster Dodd (Hoffman oynuyor), ile tanışıyor. Onun da tarikat gibi bir oluşumu var. Ona takılıyor.  Tarikatın adı “the Cause”.  Bir sürü müridi var, müridler bunları evlerinde yediriyor, içiriyor, onlarda bu arada sıkıcı sıkıcı egzersizler yapıyorlar vs. Çok hafife indirgemiş olmayayım olayı ama cidden sıkıcı şeyler yapıyorlar.  İnsan koşarak uzaklaşmak istiyor dahası olay 50’lerde falan geçiyor.

Özetle -şaraptan mıdır nedendir bilmiyorum-   bana çok sıkıcı geldi. Seyrederken “ulan ilginç de konu ama ben bunu kimseye tavsiye edemem”  diye düşünürken buldum kendimi.  Tam kaçta bitecek bu hesapları yaparken (144 dakika sürüyor)  hesapladığımdan 25 dakika erken bitti.  Güzel bir sürpriz yaptı,  demek başında tahminimizden daha uzun bir kısmını kaçırmışız.  Ben arada uyudum ( evet B. itiraf ediyorum ben arada uyudum ama sen dürtünce- bir kere dürttündü –  olaya hakimmişim gibi bir surat takınmaya çalıştım. Çaktırmadığıma inanıyorum).

Bizim entelektüel seviye  (B. seni de harcamış olmayayım ben kendimden bahsediyorum) olayı kavramaya yetmemiş olabilir çünkü film iyi eleştiriler almış. Mesela Rotten Tomatoes  ki benim çok nazarı dikkate aldığım bir websitesidir  bayağı  iyi demiş özetle. Gerçi herkes Phoenix ve Seymour’un performansını övmüş, biz de onlara bir şey demiyoruz zaten. Bir de Scientology ile benzerlik muhabbeti var. Hoffman’ın Scientology’yi kuran L. Ron Hubbard , ile benzerliği konuşulmuş,  Ben Hubbard’ı bilmediğimden bir şey diyemeyeceğim. Umurumda da değil açıkçası. Özetle epey sıkıldım ama çok kötü de diyemeyeceğim. Şimdiki aklım olsa gitmem diyerek konuyu kapatayım.

İmza D.


1 yorum  
  • Leonardo Graves diyor ki:
    25.Haziran.2013 00:59

    ’70′lerin ikinci yarısıydı. Sokaklar içler acısıydı. Kadınlar sinemalardan çekilmiş, eski aile salonlarının koltuklarına ekşimtrak bir rutubet kokusu sinmişti. Daha önce benzeri görülmedik sahneler vardı ’3 Film Birden’in perdelerinde İşin ilginci daha sonra da benzeri görülmeyecekti. Sadece o kuşağın gençlerine musallat olacak bir hastalıktı sanki Projektörün ışığının düştüğü yerdeki kadınlar, Arzu Okay’lar, Zerrin Doğan’lar, Figen Han’lar, Dilber Ay’lar, Zerrin Egeliler’ler, Feri Cansel’ler, Melek Görgün’ler, Mine Mutlu’lar, hiç olmadıkları kadar çıplak ve arzuluydular. Erkekler iki çeşitti: Aydemir Akbaş gibiler komikti. Soyundular mı kemikleri sayılırdı, ama nedense kadınlar onlara bayılırdı. Öttür Kuşu Ömer ya da Hababam Git Gel türünden adlar taşıyan filmlerde bütün zavallılıklarına rağmen, salonu dolduran benzerlerine cesaret veren bir sefil cazibeyle o kadından, bu kadına koşarlardı. Seyreden erkeklerde “Bunların peşinde bu kadar kadın varsa, ben alâsını ayıklarım” duygusu yaratırlardı. Mete İnselel de, Bülent Kayabaş da öyleydi mesela Güldürerek severlerdi. Sonraları bu role Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman, Sermet Serdengeçti gibi ‘komikler’ de soyunacaktı.


Bir Cevap Yazın

XHTML: You can use these tags: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>