
Evin babasının belli bir süre Gürcistan’da yaşaması gerektiği ortaya çıktığında tahmin ettiğim gibi keyfimin üzerine kara bulutlar inmedi. Ben işi bırakamayacağıma göre, mecburen sık sık seyahat edeceğiz diye kendimi avutmaya çalıştım. Türkiye’de kızlarla kalacak olanın eşim değil de ben olması da, olayı benim açımdan nispeten tolere edilebilir kıldı. Kızları şimdiden özleyen eşimi de, yahu sık sık geliriz diye rahatlatmaya çalıştım. Garibim de kızlardan ayrılacağı için buruldu, öte yandan değişikliğe de heveslendi. Genel olarak bir süre idare edebiliriz kanaati oluştu bende.

Kızlarla bir süre yanlız yaşayacağız diye küçük ve merkezi sitemle ısınan ve işe taş çatlasın 3 km uzaklıktaki bir eve taşınmam gerektiği için sevindim. Zira daha az yol, kendime daha fazla zaman ayırmam demek. İş günleri bile TV karşısı kahvaltılar, sıcacık kış, 30 dakikada toparlanabilen bir ev vs.
Hemen işe giriştim: Babamızı yolcu ettikten sonra kiraladığımız evi boyattım, temizlettim, eşyaları taşıttım, eski evi temizlettim vs herşeyi bir haftada bitirdim. Bu arada kızlara alelacele Ankara’nın ilçelerinden birinden e-pasaport başvurusu yapmak gerekti; çünkü Haziran ortaları gibi Ankara’dan 2 ay sonrasında randevu veriyorlardı.
Ankara emniyetinde soru sormayı başardığım 5 memurdan 3’ü bana, 1 Haziran sonrası artık çocukları kendi pasaportunuza işletemezsiniz, bağımsız başvuru yapmanız ve çocukları da başvuru esnasında yanınızda bulundurmalısınız dediği için, bebeleri de perişan ederek bir ilçeden başvuru yapmak zorunda kaldık. Başvuru esnasında, bağımsız başvuru yapmamıza gerek olmadığını, dolayısıyla yaptığım masrafların gereksiz oldugunu öğrenip, ufak çapta krizler geçirdim. Sonra memurlar bebekleri de getirip perişan olduğumuz için deliler gibi yardımcı olmaya çalıştılar. Hepsini kucaklayasım geldi, yatıştım. Halen bit kadar olduğu için bir gözü bir tarafa diğer gözü öte tarafa bakan bir halde poz vermiş 2 numaralı ufaklığın vesikalığı/pasaport başvurusu emniyetten döner diyen şom ağızlı diyebileceğim memurlar oldu. Çocukcağız zaten kafasını dik tutamıyor, avuç içi kadar, biz arkadaşları ikna etmeye çalışırız diyen memurlar da oldu, hepsinden allah razı olsun, başvurular tamamlandı. Üç gün sonra pasaportlar adrese postaladı (bu arada İngiliz pasaportu gibi çok fiyakalılar, benim lacivert eski pasaport onların yanında eski tip cep ajandası gibi kaldı). Herşey halloldu. 
Resim frankcreations‘dan
Sonunda İstanbul aktarması yapmak istemeyen ve son iki yıl içerisinde artan oranlarda uçak korkusu geliştirmiş olan bendeniz yüzünden, Ankara-Trabzon uçağıyla Gürcistan’a doğru yola çıktık. Çekirdek ailenin kalan tarafı, bizi Trabzon’da karşıladı. Geçen seneki Karadeniz gezisi sonrasında, bu sene mutlaka tekrar gitmeye niyetliydim, ama bu kadar ötesini düşlemiyorduk tabii. Trabzon Sarp kapısı arası 2 saat gibi birşey. Kapıda geçince 15 km sonra ise Batum’a ulaşıyorsunuz.

Fotoğrafı buradan buldum.
Arhavi’de yemeğimizi yedik, iki numaralı ufaklığa bebek bezi, ateş düşürücü vs yığdık. Sınıra hamle yaptık; 2 aylık bebeğin hatırına kimse bizi sıraya sokadı, hatta sıraya girme teşebbüslerime sinirlenen her iki ülke memur ve vatandaşlarından fırça yedim. İte kakıla sıranın önlerine itildim. Yani tereyağından kıl çeker gibi öte tarafa geçtik. Ankara’dan hareket ettikten 6 saat kadar sonra Batum’daydık. Ama kapı bazen çok yoğun olabiliyor diye duyduk, hatta dönüşte tanık da olduk. Mesela bir yolcu otobüsüne denk gelirseniz iki üç saat beklenebilir. Şans tamamen. Ama kapıda sıra yoksa bence Karadeniz gezisi yapılırken rahatlıkla Batum’a geçilebilir.

Gerisini ufak ufak anlatacağım. Sevdim orayı ben:)
İmza D.