SIDEBAR
»
S
I
D
E
B
A
R
«
Yeniden bir Gürcistan yazısı, yedi, sekiz ay gecikme ile
31.Temmuz.2013

Batum’a ilk  defa 2010 Temmuz’unda gitmiştik çoluk çocuk. 27 Temmuz 2011’de bir post yazıp gerisi gelecek demişim ama gerisini getirememişim,  tırı vırı şeyler yazmışım. Eşim benim ikinci kızımızı doğurmadan hemen önce orada bir pozisyon kabul etmişti. Hemen  akabinde de gitti. 2 ay sonra  ben de doğum iznini fırsat bilip yanına gittik. Upuzun kaldık. O zaman bizim ufaklık henüz 3 aylık idi ama erken doğmuştu (bakınız ilgili post), normal doğmuş olsaydı 1 aylık olacaktı. 2 kg civarında minicik bir şeydi.  Pasaport kontrolünde polisler bizimkinin pasaport resmine bakıp gülme krizine giriyorlardı. Çocuk kafasını dik tutamazken vesikalık çektirdi garibim ama sayesinde pasaport kuyruklarında birinci sınıf muamele gördük. Hatta millet bize fırça çekiyordu; “neden sıraya girdiniz öne geçseniz” diye. Gürcülerin böyle bir olayı vardır, turist  çocuklarına  süper bir ihtimam.

Çok sevmiştim ben Gürcistan’ı.  Gerçi Türkiye’ye kıyasla oldukça geri kalmış bir ülke.  Hizmet sektörü yerlerde geziyor. Buranın sıradan garsonu orada ödül alır (var mı öyle bir ödül?  Ayın personeli belki?). Hele tesisatçılar falan şaka gibi. Süper güler yüzlü de değiller ilk bakışta. Fazla çamur da atamıyorum artık bir sürü arkadaşımız var diye 🙂, cidden  doğal insanlar  diyelim. Ama tanıyınca iyi kalpli tipler, tamam biraz sert duruyorlar  ama dost olanları da kardeş gibi oluyor.

2010’da  ve 2011’de  Batum’da deliler gibi inşaatlar vardı. Sheraton 2010’da açılmıştı; havuzu  hayatımızı kurtardı bizim, o zaman 4 yaşında olan kızım resmen tüm Temmuz ayını orada geçirdi. Türkçe konuşmasalar da diğer çocuklara yanaşmayı öğrendi. Geliştirdi kendini çocuk mecburen. Gürcü garsonlarla uzun uzun muhabbete dalıyordu,  ne konuşuyordu, nece konuşuyordu  hala bilmiyoruz.

Batum’da hedef zaten dünyanın her tarafından tuhaf tuhaf binaların benzerlerini yapıp değişik bir mimari koleksiyon oluşturmakmış. Eski binaları da adam gibi restore ediyorlar. Bu yılbaşı gittiğimizde gördük ki bu inşaatların çoğu bitmiş. Bir çok kafe restoran açılmış. Her şeyden önemlisi arkadaşları çamura hazırlamak için  “eğer yağmur yağarsa bittik çünkü ortalık çamurdan geçilmiyor” konuşmaları yapmıştım. Şok oldum zira tüm yolları Arnavut kaldırımı yapmışlar, refüjlere palmiyeler  (evet Karadeniz kıyısı ama gene de palmiyeler var zira Adjara bölgesinde astro tropikal iklim diye bir olay  var,  Batum da Adjara’nın başkenti)  ekmişler, inanılmazdı,  çamurdan eser yoktu. Şansımıza yağmur da  sadece yarım gün sürdü.

2011 tarihli postumda yazdığımı tekrar ediyorum.  Karadeniz’e giden Batum’a da geçsin,   bir günde her yeri gezer zaten. Sınırda da işlemler kolaylaşmış. Biraz bekleyebilir ama anormal de beklemez.  Pasaporta da gerek yok nüfus cüzdanı ile geçilebiliyor. Biz parayı kasıp Trabzon’a iç hat uçup,  Batum’dan araba ayarlamıştık onunla geçtik Gürcistan tarafına. Bize mesaj atarsanız size kontak numaraları verebilirim.  HOpa uçusu var THY’nin . O da Batum’a indiriyor ama  Havaştan inmeden sizi Hopa’ya getiriyor. Ama o uçus da Trabzon uçuşuna kıyasla pahalı idi. Zaten Trabzon Batum arası 2 saat gibi. Hep deniz kenarı. Sağda balıkçılar var. Çok zevkli bir yol.  

Batum  dönüşü Trabzon uçuşuna doğru giderken  yoldan sapıp Ayder  yaylasına çıktık. Kar vardı tepelerde, bembeyazdı Ayder inanılmaz güzeldi ama dağda yiyecek bulamadık,  ekipaç kaldı.  Dönüşte Çayeli’nde Lale Restoran‘da yedik. Kavurması yediğim en güzel kavurmaydı (herkes aynı fikirdeydi)  üstelik ben et yiyemem, ona rağmen.  Sütlacı da inanılmazdı. Millet evde pişirmeye fasülye aldı,  benim o cephede kapasite çok sınırlı olduğundan hiç girişmedim o işlere. Giderken de Uzungöl’e gitmiştik.  Orada kar yoktu, gölün etrafında yemek yiyecek bir yer bulmuştuk ama başarılı değildi. Ama ekibin kalan kısmıyla buluştuktan sonra sınıra doğru giderken gene Çayeli’nde, Hüsrev‘de yemiştik, orada da sütlaç inanılmazdı. Geçenlerde Marmaris Söğüt’e gittik (eski söğüt yazıma  buyrun, değişen  hiç birşey yok herşey hala süper tek fark bu sefer bizde iki  çocuk olması), orada da gelsin sütlaç gitsin sütlaç  modundaydık hepimiz (2.5 kilo alınarak dönüldü:)). Sanırım bu aralar sütlaçlarla aşk yaşıyorum…

İmza D. 

Gezi yazıları – Söğüt Marmaris
9.Ağustos.2009

Bu sene, bazı yazılarımızdan da gözlenebileceği üzere, Doğu Karadeniz’in çeşitli bölgelerini tekrar gezmek nasip olmuştu (Bkz Gezi Yazıları Fatsa’dan doğuya doğru, Gezi Yazıları Samsun’dan doğuya doğru, Gezi Yazıları Samsun). Vur deyince öldüren bir çift olduğumuz için, tekrar gidelim, ama bu sefer nokta vuruş yapalım dedik.

İzmirli olup, genelde güneybatı Ege dışına çıkmayı şiddetle reddeden bir arkadaş grubumuz var. Aslında grubun genelinin Ege dışına çıkmakla bir sıkıntısı yok, ama elebaşının negatif etkisi büyük. Bu nedenle haritanın belli bir  kısmına tıkılıp kalıp, değişik parkur sıkıntısı çekiyoruz. Bu sene ne olduysa oldu, elebaşının yumuşak karnına oynayınca, “balığın alası var oğlum” ana temalı bir seyahate ikna oldu. Çekirdek aile olarak başarımıza inanamadık, heves yaptık, detayları günlerce kendi aramızda konuştuk durduk. Ama elebaşının gene talihi güldü; Karadenizi sel aldı. Son ana kadar kabul etmedik, ama yola çıkacağımız Cumartesi öncesi, Perşembe günü gibi olay artık reddedilemeyecek düzeye ulaştı. Biz mecburen gene İzmir ekibinin kucağına düşüp, soluğu güneybatı Ege’de aldık. Ama aslında bu bana da yaradı. O kadar ihtiyacım varmış ki bu rota değişikliğine 🙂

haritaSöğüt’te kalmayı planladığımız yerde Cumartesi akşamı için oda olmadığından, o gece Selimiye’de vasat bir yerde kaldık. Bir daha bungalowda zor kalırım herhalde. Aynı gece içinde bu kadar üşüyüp, bu kadar terlediğimi hatırlamıyorum. Katil klima. Ertesi sabah Söğüt’e yola çıktık.

Bu arada parantez açıp yoldaki bir yerden bahsetmek istiyorum: Selimiye Söğüt arası, bir sürü koy var; hepsi de güzel.  Ama bir tanesinin denizi akvaryum gibi. Kimse girmiyor, çünkü zaten bir sürü güzel koydan biri ve dibinde bir tersane var. Bir tersane bu kadar mı güzel bir yerde kurulur? Minicik gariban bir işletme, ama dünyanın en güzel koyunda kurulu. Haset oldum, ama yapacak bir şey yok, devam ettik yola.

Söğüt’te küçücük bir otel var; Denizkızı. Kalınacak iki yerden biri sanırım. İlk olarak balık restoranı olarak işe başlamışlar, ama yıllar sonra 9 kadar oda eklemişler işletmeye. O kadar güzel ki, yemek yenen masa, şezlong ve deniz arası en fazla ikişer metre.

sogut2

Deniz güzel, akvaryum gibi.

 

iskele4Kalabalık yok, hatırda kalan bir müzik yok kıyıda, su sesi duyuluyor. Arada yelkenliler yanaşıyor, akşam yemeğini yiyorlar. Dolayısıyla aynı 3-5 kişiyle 5 gün yemek yemekten de kurtuluyorsunuz. Sonra, sabah kahvaltısını  kaçırmayayım diye 10’a çeyrek kala saat kurmak zorunda değilsiniz. Her daim kahvaltı mevcut. Yemekler harika.  Şezlong kavgasına gerek yok. İskelenin üstü bile sebil şezlong. Neyse özetle ben çok mutluydum. Çünkü canım öğlen uykuları uyumak, salaş iskeleler üzerinde havlu bile sermeden yatıp denizi elimle çay kaşığıyla karıştır gibi karıştırmak, boş boş yatmak, bir süre arabanın anahtarının nerede olduğunu unutmak, motor sesi falan duymamak istiyordu. Hepsine nail oldum.

Bizim ufaklık o kadar mutluydu ki. Biz deniz kenarında otururken, o saatlerce suda kalıyordu. Scooter’ını götürmüştü, devamlı restoranda ona bindi. Akşam merdivenin ağzına park ediyorduk; kitabını unutuyorsun, sabah koyduğun yerde buluyorsun vs, ev gibiydi.

denize

Güneş batana kadar denizde kaldık,sonra da daha sularımız damlarken kısacık sahil şeridinde yürüyüşler yaptık. Taş topladık, bizimki denizde taş kaydırmaya çalıştı, beceremedi. Sonra bir gün iskelenin yanında yengeç avlayan bir oğlana yardım ettim. Tam bir beyefendiydi; “Taşı tutar mısınız lütfen? Teşekkür ederim. Yengeci ittirir misiniz?  Teşekkür:)”

sogutiskele-yengecoglan1

Becerdi de kerata. Sonra pet şişelere koydu, ben de yardım ettim. Hayvan ezilecek diye de çeşitli çığlıklar attım. Çünkü bacağını falan koparsak yaşayamazdım, öyle bir ruh halindeyim bu aralar. Ufaklık iki tane yakaladı, yanlız kalmasınlar  diye. Paketleme bitince bana bir poz verdi.

sogutiskeleyengeccocuk3

Çok güzeldi, Söğüt. Karadeniz’de 2500 km yol yapmamış olsak, sonrasında da Söğüt yapıp eve dönüp, bir hafta sonra tekrar Bodrum’a gitmemiş olsak, kesin Eylül’de bir daha giderdik. Ama şu an cidden yorgunuz. Daha sonra artık:)

İmza D.