SIDEBAR
»
S
I
D
E
B
A
R
«
THY listenin neresinde?
21.Ağustos.2009

Europe

Airline

Rate

Events

No. Flights

Air France

1.19

7

5.90 Million

Alitalia

0.77

3

3.90 Million

Braathens SAFE

0.74

1

1.35 Million

British Airways

0.32

2

6.50 Million

British Midland

0.97

1

1.03 Million

Iberia

0.89

4

4.50 Million

KLM

1.25

3

2.40 Million

Lufthansa

0.41

3

7.30 Million

Olympic Airways

1.67

3

1.80 Million

Swissair

1.25

4

3.20 Million

Tap Air Portugal

1.18

1

0.85 Million

Turkish Airlines (THY)

7.30

8

1.10 Million

Artan oranda bir uçak korkusu geliştirmeye başladığıma  ara ara değiniyorum. Sağolsun bir arkadaş uçak kazalarına ilişkin bir web sitesi bulmuş,  beter oldum. İnşallah tabloyu  yanlış anlıyorumdur…

İmza D.

Neredeyse günübirlik Brüksel
8.Temmuz.2009

Brüksel ile aram pek olmadığından, yırtamayıp mecbur kaldığım bir Brüksel seyahatini aklımca kısa tuttum; beter oldum.

Pazar gecesi alkol tüketiminde kendi çıtamı biraz zorladığım için olsa gerek, ertesi sabah itibarıyla keskin bir başağrısı iki  gözümün arasına yerleşmişti. Dolayısıyla yola dezavantajlı başladım. Pazartesi sabahı saat 8:30  gibi araç beni evden aldı, yola koyulduk.  Her seferinde tanımamakta ısrar ettiğim ama beni sanki her allahın günü havaalanına götürüyormuş gibi karşılayan şöför konusunda, bu sefer tedbirliydim. Kim gelirse gelsin her allahın günü beni havaalanına götüren bir adammış gibi davranacaktım. Karşılıklı rol kesmeye gerek kalmadı; yakın davranan şöför geldi, ben hemen anladım durumu. Bu sefer yol boyu adamcağıza ayıp oldu mu diye endişelenmeme gerek kalmadı; zira pek bir sevecendim. Neyse tanıdık  şöför beni alana bıraktı.

Sadece bir sırt çantası ve normal kadın çantam eşliğinde seyahat ettim bu sefer. Ertesi  gün bagaj kaybolur da kanvas pantalonla toplantıya girmek zorunda kalırım endişesiyle, hiçbirini bagaja vermeme niyetindeydim baştan. Sıvı jel, şampuan falan almadım yanıma. Gerekirse deodoranı o noktada bırakacağım direnmeyeceğim diye kararımı verdim. Neyse ne krem, ne de deodoran, aslında pekala el bagajındaki  sıvı, tehlikeli madde vs. olarak algılanabilecekleri halde sorun çıkarmadılar. Hep birlikte yola koyulduk.

Sonra İstanbul uçağında sevgili oldukları her hallerinden belli iki  delikanlıyla yan yana uçtuk. Benim yanımda oturan, bir noktada benim uçağın sallamasından yüzümü türlü türlü şekle soktuğumu farketti. Beni eğlendirmek adına beni taklite başladı. Ben de tabii  sağol desteğin için dercesine arada güldüm, ama uçak da ciddi sallıyordu. Neyse yanımdaki arkadaş türlü türlü komiklik yaptı. Ben de ayıp olmasın, çaba harcıyor ve daha ziyade artık kendi işine baksın derdiyle  artık surat yapmamaya çalıştım. Tamam herşey yolunda gibisinden. Alana indik.

Sonra ikinci etaba ilerledim. Baktım bir noktada yanımda oturan çift gene etrafta ve uzaktan bana, herşey yolunda, iyi gidiyorsun gibi işaretler yapıyorlar. Ben de herşey yolunda, eksik olmayın tipi mimikler yapıp, uçağa doğru arazi oldum. Sonra tam ben kalkış  başarıyla tamamlandı, yaşayacağız galiba derken, pilot Brüksel’de hava yağışlı dedi. Hiç sevmiyorum bulut içinde uçmayı. Neyse bu sefer yanım boştu, mimikleri gözleyip taklit edecek kimse yoktu, ürktüm, yatıştım, ürktüm, yatıştım, sonunda hırsımdan kitaba verdim kendimi.

Bir iki hafta kadar önce, elçiliklerin birinde düzenlenen bir ikinci el eşya pazarından, kızıma 3 TL’ye bağlama atkısı kopuk (sonradan farkettim) bir bisiklet kaskı, ikisi 1 TL’ye iğrenç pembe plastik kediler (cik cik öten düdüğü bile yok inanın, ama kendi istedi ve bir sürü kitap, oyuncak, DVD arasından bir tek onu istedi.) ve az tedbirli ana baba olarak kıza şapka getirmeyi unuttuğumuzdan, 1 TL’ye de bir şapka   almıştık. Bunların  dışında yaklaşık 15 adet kitabı ise sadece 12 ( yazıyla oniki) TL’ye almıştım. Bunlardan biri yanımdaydı.

weightwater

Kitap, Amerika’nın batısında Maine kıyılarında Smuttynose denen bir yerde 1800’lerin sonunda işlenen ve iki kadının vahşice öldürüldüğü bir cinayetle, 1995 yılında bu cinayet mahalini fotoğraflamak üzere gönderilen bir fotoğrafçının, kocası, 5 yaşındaki kızı, kayınbiraderi ve onun sevgilisiyle yaptıkları yat (bir Morgan 41) yolculuğunda yaşadıklarını eş zamanlı anlatıyor. 1800’lerin sonunda işlenen cinayet gerçekte yaşanmış bir olaya dayanıyormuş bu arada.

maine-coast

(resim için kaynak burası)

Kadının adı Jean ve kitapta olayı bir yıl sonrasında anlatıyor. İki hikaye arası ani geçişler var. Shreve, birinci olayın kahramanı kadının ağzından bir mektup üzerinden onun hikayesini anlatmış. Kadıncağızın hayatında olayların birbirini takibi ve bir şekilde önlenemeyen son bence çok güzel kurgulanmış. Mesela erkek kardeşiyle genelde mutlu geçen çocukluklarında, bir noktada bir ölüm tehlikesi atlatmışlar. Kadıncağız, trajediler gerçekleştikten sonra, hep o noktada kurtulmuş olmalarına sevinmek yerine aslında ölmüş olsalardı ikisi için de daha iyi olacağını düşünüyor. Bu bana çok dokundu. Gerçekten de bazen ölüm, bir insanın başına gelebilecek en kötü şey değil bence. Bir de kitabın asıl finali var ki, beni perişan etti. Okumaya niyetlenen olur diye söylemeyeceğim  ama, off ya insan çoluğundan çocuğundan ayrıyken böyle şeyler okumamalı. Neyse, üzdü müzdü ama bence çok iyi bir kitap çıktı. Aferin bana. Anita Shreve’in diğer kitapları için buradan buyrun. Ben Light of Snow‘u okumuştum bir de, o da çok güzeldi.

Neyse ben Brüksel’e inene kadar, kitabın hatrı sayılır bir kısmını bitirdim. Bir önceki günden çok da yorgundum, yürüyecek halim yoktu, odaya çekildim.  Ofis sağolsun otelim de  çok güzeldi. (Ama kendiniz gezmeye  gidecekseniz ve birisi otelinizi ödemiyorsa aman diyeyim.  Zaten Brüksel’e gezmeye kim gider bunu da ayrıca sorgulamak lazım…). Kitabı elimden bırakamadım ve inanın 200 küsür sayfalık kitap o gece bitti. Otele girmeden tren garından edindiğim bir kitap vardı allahtan, o yedek olarak çantaya konmuştu, ertesi günü de bu bitirdi.

Yorgunluktan otelde tren garından edindiğim dünyanın en lezzetli körili tavuklu sandviçi ile karın doyurduğumdan, restoran tavsiye edemeyeceğim kusura bakmayın.

Ertesi gün işimizi bitirdik, yemeği de Filigranes isimli bir kitabevi içindeki minik bir cafede yedik. Ben çeşitli tipte orman sesleri falan olan CD’lerden  bir tane aldım (çok da güzel çıktı).

au-coeur-de-la-nature

Sonra yine havaalanı yollarına düştüm.  Check-in’den epey evvel tam THY kontuarının karşısındabir kafeye yerleştim. Bir gün evvel aldığım kitabı okumaya başladım. Bir ara 15:00’da açacakları kontuar için, millet bir hareketlendi, 14:20 gibi sıraya girildi. Tam karşıda oturduğum için ben de heyecan yaptım. Bir duyum aldı millet, açacaklar herhalde diye düşünerek sıraya girdim.

Ve sırada iki ailenin peşinden 3. olmama rağmen, tam 90 dakika sonra bana sıra geldi. Bu arada yan sıralar haldır haldır ilerliyor, hiç bir sorun gözlenmiyordu. Bize ise 20’li yaşlarının başında gibi duran, saçı artist kesilmiş ve devamlı alnındaki saçları arkaya attıran bir Belçika’lı kardeşimiz bakıyordu (adı H. ile başlıyor). Bir gün Brüksel’den THY ile bir yere gitmeniz gerekirse, aklınız varsa onun önündeki sıraya girmeyin.  Mesela, kuyruğun başlarında net hatırlıyorum, yan sıraya geçme şansım vardı ve ben boşver ya dedim. Sonraki  90 dakika boyunca hep o anı düşündüm. Cidden ben böyle yavaş çalışan bir herife rastlamadım. İşin garibi millet biraz oflayıp patladı, ama kimse herifi parçalamaya falan yeltenmedi. Arkada bıçkın görünümlü, Arapça konuşan gençler vardı. Onlardan pek ümitliydim, ama kimse gıkını çıkarmadı. Sonunda sıra bana geldi, bagajım yoktu işim 1 dakika içinde bitti. Sonra oğlan gecikmeden dolayı  özür filan diledi sinirim geçti, yoksa adını vermeye çok niyetliydim. Sonra güvenlik kontrolünde deodoranı kaptırdık. Ama o noktada o kadar yorgundum ki çantayı isteseler bırakırdım.

Dönüşte de sağolsun uçak az sallandı. Artı, karides  falan vardı yemekte, sinirim iyice geçti, sakinleştim. Hatta bir ara bulutların üzerinde uçarken dolunay seyrettik, harikaydı. Alana indik, ben koştura koştura son etaba vardım. Uçağa yerleştim, ikinci kitabımdan son 40 sayfa kalmıştı onu da okudum. Sonra sızdım.

Alexander McCall Smith daha önce hiç okumadığım bir yazar. “La’s Orchestra Saves the World” okuduğum en güzel kitap  diyemem ama yetti bana o gün,  güzeldi.

lasorchestra_background_new Uyandıktan sonra varış saatinden anladığıma göre, bizi uçağın içinde epey bir bekletmişler. Son golü de beni alacak arabadan yedim. Yoktu. Ben de mecburen gecenin ikisi gibi, şirketin numarasını bildiğim tek şöförünü çaldırdım. Sağolsun bir çözüm üretti, eve varabildik. Bu arada bizim ufaklık şifayı kapmış bir yerden (bıktım bu buynumdan aytık, mussuk gibi), biraz onunla ilgilendim, kaç saat uyudum bilemiyorum. Şu anda bir enkaz gibiyim, olmak istediğim tek yer pijamalarımın içi…

pijama

Resim the dreamygiraffe‘dan.

İmza D.

Yukarıda D’nin yazdığı yazıdaki: “Zaten Brüksel’e gezmeye kim gider bunu da ayrıca sorgulamak lazım…” cümlesi bana koydu:) Ben gezmeye Brüksel’e gidenlerden biriyim:) Hatta ilgili yazılarımı da burada bulabilirsiniz:

Belçika’da ne yenir? Moules / frites
Belçika’da ne yenir? Atıştırmalıklar

İmza G.

Felaket haberleri
30.Nisan.2009

currentcoverNew Scientist Dergisinin bir kehanetine göre, 2012 yılının Eylül ayında bir güneş fırtınası meydana gelecek ve büyük bir felaket  kopacakmış. Yani sadece 3 yıl kadar sonra. Dergi bu konuya bir sayı ayırmış deniyor. Ciddiye almalı mıyız?

NASA’nın yaptırdığı bir çalışmaya göre, güneşte yoğun bir patlama olacak ve ortaya çıkan enerji akımları dünyaya ulaşacakmış. 1859’da da benzer bir şeyler olmuş. Gece 2’de büyük bir aydınlık olmuş, etraf gündüz gibi ışıldamış ama teknoloji düzeyi düşük olduğu  için  sadece telgraf  sistemi çökmüş. Dediklerine göre, bu sefer 48 saat boyunca enerji şebekeleri yanacakmış. Cep telefonu şebekeleri, internet, TV radyo yayınları çökecekmiş vs. Dolaylı olarak su ve kanalizasyon sitemi de çökecekmiş vs. Sadece 48  saat ise, idare edilebilir ama şebekeler 20 yılda onarılacak iddiaları da var.

2012’de büyük  felaket olacağına dair bir sürü teori dolaşıyor ortalıkta. Matematik ve astrolojide ileri olan Maya uygarlığının takvimleri de 2012’de bitiyor. Tazolkin adı verilen takvim, 5 bin kusur yıl sürüyor sonra başa sarıyor. Ama 2012’den sonrasında başa sarma emareleri yok. Bu konuda bir film bile çekildi. 7 Temmuz 2009’da sinemalarda.

Bir iki ay önce Amsterdam’da düşen THY uçağını bir seferle ıskaladıktan sonra, bu tip felaket haberlerine pek itibar etmiyorum. Her an herşey oluyor zaten. Bekleyip göreceğiz. Paniğe mahal yok.

İmza D.